ATATÜRK CADDESİ GİTTİ, DÜNÜRÜN BULVARI GELDİ
AKP’li Belediye Başkanı’nın yaptığı bulvara
dünürünün adını vermesi tepki
çekti.Muğla’nın Kavaklıdere İlçesi’ne bağlı
Menteşe Beldesi’nde AKP‘li Belediye Başkanı Mesut
Karataş’ın, 4 yıl önce 800 metre uzunluğundaki Atatürk
Caddesi’nin 30 metrelik bölümünü bulvara
dönüştürüp, buraya AKP İl Yönetim Kurulu
üyesi olan dünürünün adını vermesine tepkiler
sürüyor.
Mustafa Er Bulvarı tabelasının önünde toplanan MHP ve CHP
belde başkanları, belediyenin MHP’li Meclis üyeleri durumun
düzeltilmesi için ortak çağrıda bulundu.
‘Atatürk’ adını beldeden çıkarmaya
çalıştığı eleştirilerine hedef olan Başkan Karataş ise
“AKP’liyim ama rakımı içer, oyunumu oynar, namazımı
da kılarım. Atatürk ve Cumhuriyet’e laf uzatanın dilini
keserim” dedi.
Menteşe Beldesi’ndeki 2006 yılı Aralık ayı belediye meclisi
toplantısında, 38 yıldır kullanılan, 800 metre uzunluğundaki
Atatürk Caddesi’nde yeni bir düzenleme yapılması
kararlaştırıldı. Caddenin, Menteşe girişinden başlayıp 30 metre devam
eden bölümünün bulvara
dönüştürülmesi, bu bulvara da Belediye Başkanı
Mesut Karataş’ın dünürü, AKP İl Yönetim
Kurulu üyesi müteahhit Mustafa Er’in adının verilmesi
uygun görüldü. Karar, meclisteki 4 MHP’li
üyenin ret oyuna karşılık 5 AKP’li üyenin oluruyla kabul
edildi. Atatürk Caddesi’nin belde girişinden başlayan bölümü Mustafa Er Bulvarı adını aldı.
Üç dönem belediye meclis üyeliği yapan
MHP’li Cemal Dönmez, “38 yıllık caddede tadilat yapıp
girişi genişlettiler. Caddenin girişine Mustafa Er Bulvarı yazdılar. 30
metrelik bulvar nerede görülmüş. Amaç
Atatürk’ün adını ortadan kaldırmak. Başkan Karataş bu
teklifi getirdiğinde Ata’mızın adının kaldırılarak, yerine
AKP‘li müteahhit Mustafa Er’in üstelik bulvar
olarak adının verilmesine şiddetle karşı çıktık. Güya 30
metrelik bulvar yapmış oldular. Beldenin girişinden itibaren
hiçbir bölünme sapma olmayan bulvarın ismi
değiştirildi. Atatürk Caddesi tabelası çıkarıldı, caddenin
ortasındaki tabela ise badanayla belli belirsiz hale getirildi. Belde
halkının büyük bölümü
Atatürk’ün isminin yerine Mustafa Er’inkinin
konulmasınatepki gösteriyor. Oranın eskisi gibi Atatürk
Caddesi olarak kalmasını istiyoruz.
Hem başkanın dünürü, hem de AKP’li yönetici
olan Er’in adını dev panoya koyup Atatürk’ün
adını silmeye çalışanlara karşı gerekirse hukuk mücadelesi
başlatacağız. Bunları belirten 40 imzalı dilekçeyi belediyeye
verdik” diye konuştu.
AKP’li Başkan Karataş ise “.... Mustafa Er
dünürüm olur ama aynı zamanda beldemize birçok
konuda maddi ve manevi yardımları olmuştur. Beldemize hizmet eden bir
kişinin adını bir bulvara vermişsek ne olmuş. Dünürüm
beldeme bir çivi çaktıysa ben onun heykelini de
dikerim.” dedi.
Menteşe Yağlı Güreşleri’nde üç kez ağa
seçilen ve AKP İl Yönetim Kurulu üyesi Mustafa Er ise
adının verildiği bulvarla ilgili yaşanan sıkıntıyı ilk kez duyduğunu
savundu. Er, “.... ben Atatürk’ün adının
önüne geçecek kadar bir şey yapmadığım gibi bu
davranışı asla doğru bulmuyorum. Ben adım bir yerlere verilsin diye
yardım yapmıyorum. Belediye hemen o tabelayı söksün Ulu
Önder’imizin adına yakışır bir levhayı adımın olduğu yere
koysun. Yoksa onlara hakkımı helal etmem. Adımın böyle bir olaya
karışmasından büyük üzüntü duyuyorum”
diye konuştu.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
KÜRESEL EKONOMİK KRİZ
Dünyanın en iyi beş ekonomistinden biri olarak gösterilen
Harvard Üniversitesi profesörü Kenneth Rogoff
geçen hafta BBC’de bir açık oturuma katıldı.İşte
Rogoff’un şok sözleri!
Türkiye kriz yokmuş gibi davranıyor ama kriz giderek daha fazla
etkili olmaya başladı. 2001 krizinden farklı olarak uçuruma
yuvarlanan Türkiye’nin çevresinde tutunabileceği bir
dal da yok. Çünkü herkes kendi derdinde.
BDDK’nın verdiği rakamlara göre 2 milyon 100 bin kredi kartı
veya tüketici kredisi ödenmiyor ve bankalar bunlar
için takibe başladılar. Bu rakam çığ gibi
büyüyecek. İşsiz sayısı 2 milyon 900 bin. Sonbahardan bu yana
işini kaybedenlerin sayısı yarım milyonun üzerinde. Bu verdiğim
rakamlar 10 günlük. Bugün durum daha da vahim olabilir.
IMF ile görüşmeler önce e-posta düzeyine indi
ardından da kesildi. Kamu rakamları geçen aya kadar iyi
gidiyordu ama geçen ay verilen açık 5 ay için
öngörülen kadar çıkınca orada da olumsuz
sinyaller gelmeye başladı.
Durum giderek vahimleşecek. Piyasalar durunca kamu maliyesi de duracak.
Vergilerin yüzde 70’i dolaylı vergi. Piyasada hareket yoksa
vergi de yok demek olduğu için, devletin gelirleri acımasızca
düşecek. Rogoff açık oturumda gelişmekte olan ülkeler
için son derece olumsuz bir tablo çizdi. Gelişmekte olan
ülkelerden bazılarının iflas edebileceklerini anlattı.
Aslında bir Türkiye dostu olan Rogoff Türkiye’nin
iflasın eşiğinde olduğunu ama bunun farkında olmadığını
söylüyor. Rakamlar da Rogoff’u haklı çıkaracak
cinsten. Habertürk Ekonomi Servisi’nin yaptığı hesaba gore
2008’in 3. çeyreğinde Türkiye’nin dış
borç tablosu şöyle:
Kamu borçları: 78,7 milyar dolar
TCMB borçları: 14,3 milyar dolar
Özel sektör borçları: 196.2 milyar dolar
Türkiye seçime kilitlenmiş, olan bitenin farkında değil.
Başbakanımız gazeteleri okumayın, inanmayın diyor. Başbakan Erdoğan
“gazetelerı okumayın” diyerek durumu kurtarmaya
çalışıyor. Bence okumak lazım. Herkesten çok da Sayın
Recep Tayyip Erdoğan’ın okuması lazım. Mesela bu yazıyı.
Belki bu da bir yöntem. Dedemin yöntemi. Rahmetli dedem
hiç doktora gitmezdi. “Niye” diye sorduğumda
yanıtına çok gülerdim.. “Hastasın derlerse moralim
bozulur” derdi. Hastalanınca kendini tedavi ederdi. Bitki
kaynatır, sağına soluna bal sürerdi. Damarları açmak
için viski içerdi. Son gününde beraberdik.
“Bak” dedi “Sapasağlam gidiyorum. Hiç doktora
gitmeden, hiç hasta olmadan. Bir kez bile bir reçete
okumadan” .
Hiç bilmedik neden öldüğünü.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
YENİ KİMLİK KARTLARIMIZ
Nüfus cüzdanında devrim gibi yenilik. Tek kimlik kartına
dünyalar sığdırıldı. Kartta güvenlik önlemleri üst
düzeyde. TÜBİTAK tarafından tamamen milli olanaklar
kullanılarak geliştirilen ve 2010’dan itibaren nüfus
cüzdanının yerine kullanılması hedeflenen akıllı kimlik kartları,
kopyalanma riskine karşı görünürde 7 üstün
güvenirlikli önlemle korunuyor.
Akıllı kart en başta akıllı kart tabanlı ulusal kimlik kartı olarak
nüfus cüzdanının yerini alacak, kartın ayrıca
sürücü belgesi, pasaport, e-devlet uygulamalarında
kimlik doğrulama amaçlı bir belge olacak ve SSK karnesi, Sağlık
Bakanlığı sertifikalarında, Maliye Bakanlığının vergi uygulamalarında
da kullanılabilecek. AKİS tabanlı benzer akıllı kartlar şehir kartları,
kontörlü kartlar gibi belediye uygulamalarında da
kullanılabilecek.
Akıllı kimlik kartının tamamen yerli kaynak ve mühendislerle son
şifreleme teknolojisi kullanılarak ve uluslararası standartlara uygun
yapıldığını belirten TÜBİTAK, kartın “taklit edilemez”
ve “tahrip ya da tahrif edildiğinde değişikliğin algılanmasına
imkan veren güvenlik özelliklerinin” bulunduğunu
belirtti.
Akıllı kart üzerindeki ve çip içerisindeki bilgiler
elektronik ortamda, kriptografik yöntem denilen güvenlik
özellikleriyle korunuyor, bu yöntem sayesinde kartın
mükerrer basımı engellenebiliyor, Merkezi Nüfus İdaresi
Sistemine (MERNİS) erişimle yazım hatalarının önüne
geçilebiliyor.
Kimlik doğrulama için özel yazılımlara sahip kartın ayrıca
pin ve puk kodları bulunuyor, ve yasanın çıkması halinde hazır
olan parmak izi teknolojisi de eklenebilecek.
Parmak izi, iris tanıma gibi bilgilerin Avrupa Birliği kriterlerine
göre bilgisayarların veri tabanlarında saklanması yasak olduğu
için de parmak izi şifresi kartın içinde
saklanıyor.Türkiye’nin akıllı kart teknolojisinde Avrupa
Birliğine üye pek çok ülkeden daha ileri bir aşamaya
geldiğini belirten TÜBİTAK yetkilileri, ABD’deki kart
teknolojisinin ise çip değil, optik tanıma üzerine kurulu
olduğunu söylediler.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
ALTIN ELBİSELİ ADAM
1970 yılında, Kazakistan’da Alma-Ata’nın 50 km . kuzeyinde
bulunan Esik kasabasında, garaj yapmak ve yol açmak için
alçak bir tepenin düzeltilmesine karar verildi ve kazı
başladı. Kazı yapılırken kullanılan araç büyük bir
kayaya çarptı, işçiler, bunun işlenmiş bir kaya olduğunu
gördüler. Burada inceleme yapan arkeologlar tarihi bir eserle
karşılaştıklarını gördüler.
O tepe bir höyüktü. Höyüğü açan
arkeologlar muhteşem bir mezarla karşılaştılar. Mısır piramitlerindeki
firavun odasını andıran, her tarafı kapalı, süslü kayalarla
yapılmış bir oda idi ve içi pırıl pırıl altın eşya ile doluydu.
Altın olmayan eşyalar da çoktu.
En göz alıcı ve harika nitelikteki eşya, altından yapılmış bir
elbise idi. Çizmesinden başlığına, kemerinden kılıçlarına
kadar her şeyi saf altın olan bir elbise. Başlığı ok ve tuğlarla
süslü. Alın hizasında koç, geyik ve at kabartmaları
var. Bu kabartmalara, kama kılıfında ve öteki eşyalarda da
rastlanıyor. Belindeki kemerin solunda bir kılıç, sağında ise
bir kama asılı. Ceketin altındaki düz pantolonun paçaları
çizmenin içine giriyor. Ceket, yüzlerce
üçgen altının birleştirilmesinden meydana gelmiş,
çorabın çizme ile diz kemiği arasında kalan kısmında yine
üçgen parçalar, çizmede ise dörtgen
parçalar var.
Tarihçiler bu elbisenin M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış bir
Türk tiginine (prensine) ait olduğunu söylüyor, fakat
tiginin kimliğini henüz bilemiyorlar. Onun için yazılarda
adı “Altın Elbiseli Adam” olarak geçiyor. Halen
Alma-Ata müzesinde bulunan bu elbise ve diğer eşyalar, 25 asırlık
geçmişten Türk tarihine ışık tutan belgelerdir. Saf
altından yapılan böyle bir elbise dünyanın başka
hiçbir yerinde yoktur.
Mezarda, 4.800 parça altından başka, tabakları, vazoları,
kepçeleri, ayna ve tarak kılıflarını, gümüş kaşıkları
inceleyen tarihçiler,bunların, M.Ö. 5. yüzyıla ait
yüksek bir medeniyetin ürünleri veya belgeleri olduğunu
oybirliği ile kabul ediyorlar. Bu yüksek medeniyetin kurucuları,
Çin baskısı ile Altaylardan kalkıp bugünkü Kazakistan
bölgesine gelerek yerleşen ve ‘Sakalar’ olarak anılan
bir Türk kavmidir.
Sakalar, M.Ö. 8. ve 4. yüzyıllar arasında, önce
Tiyanşan’da, sonra da güneybatı Asya’da yaşayan
Turanî kavimler topluluğuna verilen bir addır. Daha sonra bunlara
İran kökenli Soğdlar da karışmıştır. Fergana, Kaşgar, Aral
Gölü, Hazar Denizi arasındaki alanda ve bugünkü
Rusya’nın güneyinde kalan yerlerde hâkimiyet
kurmuşlardı. Bunların inanışları, ölü gömme
törenleri ve örfleri, Altaylılarınkinin aynı idi. Hunların ve
Göktürklerin âdetlerine de uyuyordu. Bir yandan
İranlıların, öte yandan Çinlilerin sürekli
baskılarınauğrayan Sakalar, M.Ö.4. yüzyılda devlet olarak
ortadan kaldırıldılar. Bugün Yakut Türkleri kendilerine
‘Saka’ demektedirler.
Altın Elbiseli Adam’ın mezarında bulunan en değerli şey ne bu
altınlardır, ne de diğer eşyalar. Bu mezarda bulunan en değerli tarihi
belge, yarısı kırık bir kabın üzerindeki 26 harflik iki satır
yazıdır. Bu yazı, tarih bilimine,
özellikle Türk tarihine ışık tutan, yeni boyutlar kazandıran bir belgedir.
Bugüne kadar bilinen en eski Türk yazısı, Yenisey ve Orhun
anıtlarındaki yazılardı ve bunlar zamanımızdan ondört asır geriye
uzanıyordu. Oysa, Esik’teki mezarda bulunan bu yazı 25 asırlık
bir belge idi.
Sovyet tarihçilerinin okuduğu 26 harflik yazının anlamı şudur:
“TİGİN 23’ÜNDE ÖLDÜ.
ESİK HALKININ BAŞI SAĞ OLSUN.”
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
AMELİYATTA İFTAR MOLASI
İstanbul İl Sağlık Müdürü Ali İhsan Dokucu’nun,
bir hastasının ameliyatını yarım bırakıp, oruç açmaya
gitmesi Sağlık Bakanı Recep Akdağ tarafından
‘’Normal’’ bulundu.
Tunceli Bağımsız milletvekili Kamer Genç, yaklaşık 7 ay
önce İstanbul Sağlık Müdürlüğü görevine
atanan Doçent Dokucu’nun, Şişli Etfal Eğitim Hastanesi
başhekimiyken, 3,5 yaşındaki bir çocuğun ameliyatına ara verip
oruç açmaya gittiğini söyledi. Genç konuyu
Meclis’e getirdi ve „İşte bu iktidarın belli bir yere
getirdiği insanların niteliği… Ameliyat masasındayken, ezan
okundu diye oruç açmaya koşan bir hekim Sağlık
Müdürü yapıldı“ dedi. Sağlık Bakan Recep Akdağ ise
Genç’i yanıtladı ve hekimlerin uzun süren
ameliyatlarda mola verdiklerini belirtti.
Dokucu, 11 Ekim 2006 günü Şişli Etfal Hastanesi
Başhekimiyken, 3.5 yaşındaki Aslı Yeter adlı kız çocuğunu
ameliyat masasında bırakarak oruç açmaya gitti.
Küçük kız iftar yemeği boyunca ameliyat masasında
karnı açık halde anestezi altında bekledi. Doktor orucunu
açtıktan sonra ameliyathaneye dönerek operasyonu tamamladı.
Aslı Yeter doğuştan meydana gelen bir anomali nedeniyle idrarını
tutamıyordu. Ameliyat 9 saat sürdü. ‘’Yangın bile
çıksa, doktor hastasını ameliyat masasında
bırakmaz’’ diyen konunun uzmanı hekimler şu bilgileri
verdiler:
Aklıbaşında, hastası için yüklendiği sorumluluğun
bilincinde cerrahlar, çok mecbur kalınmadıkça ameliyata
kesinlikle ara vermezler, çünkü hastanın
(özellikle de çocuk yaştaki hastanın) narkozda kalma
süresinin olabildiğince kısa tutulması çok önemlidir.
Ayrıca, ameliyata girecek cerrahın, bedenen ve zihinen %100 formda
olması gerekir ki, ameliyatta yapılacak hata oranı sıfır veya sıfıra
yakın olsun. Oruçlu bir insan için bu
söylenemeyeceği gibi, dinimiz de bu gibi durumlarda oruç
tutmayı doğru bulmaz.
Kısaca, sayın Dr. Dokucu ya, oruçluyken çalışmamalıydı,
ya da başka seçeneği yok idiyse, orucunu daha sonra
açmalıydı. Dinimiz de, insan hayatına saygı da bunu gerektirir.
Üzülerek belirtmek gerekir ki, İslamı kendi tekellerinde
gören bu hükümet dinimizi de tahrif edebilecek kadar
pervasız davranışlar içersinde.