GÖRÜŞÜM - HULKİ CEVİZOĞLU

“Karanlığa küfretmek yerine, bir mum daha yakma işi bizimkisi!”

Sevilay Ateş: Öncelikle Viyana’ya hoşgeldiniz. İyi ki geldiniz, bize vakit ayırdınız. Konferans ve ardından olan söyleşiden memnun kaldınız mı?
Hulki Cevizoğlu: Avusturya Atatürkçü Düşünce Derneği’nin davetlisi olarak geldik Viyana’ya. Çok mutlu olduk. Dün konferansa ve dernek genel merke-zinde de söyleşiye katıldık. Kalabalıklardan mutluyuz. Sorulardan da mutluyuz. Tam benim tarzımda oldu. Sakin geçmedi. Ben de sakinliği işimde sevmeyen bir adamım, bir gazeteciyim. Ne diyebilirim. Mutluyum. Teşekkür ediyorum.


S.A.: Konferans sırasında üzerinde çalıştığınız 6 tane kitaptan bahsettiniz. Konuları neye göre seçiyorsunuz ve ilham kaynağınız nedir?
H.C.: Kitapların konuları birbirlerinden farklı. Konular için bir ilhama gerek yok. Bazı konularda ilhama gerek oluyor tabii ama bu konular siyasi konular olduğu için araştırmaya dayalı konular.

S.A.: İçinden geçtiğimiz bu süreçte ADD gibi sivil toplum kuruluşlarının sizce neye odaklanmaları gerekiyor?
H.C.: Vallahi şimdi buna her türlü yanıtı verebiliriz ama ADD’nin de başkanının da işi çok zor. İçinden geçtiğimiz süreçte bütün umutlar kırılmış, kimsenin, adı ne olursa olsun bir şey yapacak gücü kalmamış gibi bir görüntü var. Bu görüntü değişir mi, gerçekler değişir mi bilmiyoruz. Ama umutsuz olmamayı Atatürk söylemişti bize. Umutsuz olduğumuz dönem Kurtuluş Savaşı öncesiydi, ülkemizin işgal edildiği dönemde. En umutsuz olduğumuz dönemde Mustafa Kemal yaptıklarıyla umutsuz olmamak gerektiğini ve başarıya ulaşmanın mümkün olduğunu gösterdi. Atatürk’ün yolunda giden insanlar olarak ta umutvar olmamız gerektiğini söyleyebiliriz bu konuda. Ama gerçekten çok zor bir dönem. Önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in ve daha sonra bazı yetkililerin de söylediği gibi Türkiye kurtuluş ve kuruluştan sonraki en zor dönemi geçiriyor. Neredeyse Kurtuluş Savaşı’ndaki şartlarla Türkiye karşı karşıya. Silahsız bir işgal söz konusu. Ekonomik işgal neredeyse tamamlanmış gibi. Ama biz resme bakarken umutla bakalım. Böyle bir ortamda insanın aklına şu geliyor: Acaba biz niye çabalıyoruz? Sonuçsuz olacaksa niye çabalıyoruz? Ya da Türkiye bu duruma gelecekse “Biz niye bu Kurtuluş Savaşı’nı yaptık?” diye insanın aklına geliyor. Bazıları Türkiye’nin yeni bir Kurtuluş Savaşı’na ihtiyacı olduğunu, oradan başarıyla geçmesi gerektiğini söylüyorlar. Sonuçta umutsuz olmamalıyız. Mustafa Kemal’i her yönde örnek aldığımız gibi bu konuda da örnek alıp çabalamalıyız. Güneş ufuktan ne zaman doğar diye sormuştum ben de bir kitabımda. Herhalde yakında doğar diye beklemeliyiz ve ummalıyız.

S.A.: Birini mi bekliyoruz peki?
H.C.: Eğer hepimiz birer Atatürk gibi hissedersek kendimizi kimseyi beklememize gerek yok. Türkiye kurtarıcı beklerken sonuca ulaşamadı. Biz o ruhu taşıyarak, 1919 ruhuna sahip çıkarak elimizden gelen çabayı göstermeliyiz. Başkasından bir şey beklememek gerektiğini biz son yıllarda çok acı deneyimlerle öğrenmiş olduk.

S.A.: Bu günlerde güncel olan Ermenistan ile imzalanan protokoller ve “Kürt Açılımı” ile ne hedefleniyor sizce ve bunların arkasında yatan asıl amaç nedir?
H.C.: Kürt Açılımı denen şey PKK ve terör açılımına dönüştü. Türkiye’nin parçalanması için düzenlenen dış destekli bir tezgah olduğu ortaya çıktı. Ama Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, Genelkurmay Başkanı’nın, istihbaratın ve polisin birlikte seyrettiği ve “Biz bu açılıma destek veriyoruz.” dediği bir ortamda vatandaşların ne yapabileceğini, bu görüşlere kimlerin karşı çıkabileceğini bilmek doğrusu çok zor. Umarız yanlış anlaşılma olmuştur ve Türkiye bu yanlıştan kısa zamanda döner. Türkiye’nin bölünmesi, ayrı bir devlet
kurulması gerektiğini söyleyenler var, umarız bunlar düzelir ve herkes aklını başına alır.


S.A.: Peki bu tarz açılımların gündemi oyalamak için olduğunu düşünüyor musunuz?
H.C.: Bu soruna başkan cevap versin.
M.Y.B.: Bu açılımlarla asıl yapılmak istenen halka anlatılmıyor bence. Benim temel görüşüm bu. Zaten bu açılımların da Türkiye’nin özgüçlerinden, kendi kuvvetlerinden, Ankara’dan, meclisten kaynaklanmadığını, dışardaki en sade vatandaş ta biliyor. Bunların dışardan bize dayatılan projeler olduğunu düşünüyorum. Ama bütün medya baskısına rağmen Türk halkı bunun farkına varacaktır ve gereğini yapacaktır diye düşünüyorum.
H.C.: Ben de öyle düşünüyorum. Bazen medya Türkiye’de cok abartılıyor. Buna rağmen medyanın dediğinin tersi yaşanabiliyor. Bunun örnekleri de çok. Örneklerden biri Avrupa Birliği müzakereleri. AKP yandaşı ya da karşıtı medya kuruluşları AB yanlısı. Ona rağmen bunlar Türk milletinin beynini tümüyle
ele geçiremedi, düşüncelerine egemen olamadı. Büyük bir AB ve ABD karşıtlığı söz konusu Türkiye’de. Medyayı da her zaman çok büyütmemek gerekiyor.
O bir bahane oluyor, şu kadar medya bunu yazdı demek. Çalışmayan tembel insanların bahanesi bunlar.

S.A.: ART kanalının kapatılmakla karşı karşıya kaldığı bu günlerde herkesin beğeniyle izlediği Cevizkabuğu programının geleceği nasıl olacak?
H.C.: Cevizkabuğu’nun geleceği Türkiye’nin geleceği gibi. Bizim, aslında şaka gibi bir söz, ama Cevizkbuğu’nun başına gelenler, Türkiye’nin başına gelenleri gösteriyor. Bizim programımızda söylenenler, konuşulanlara izin verilmediği zaman Türkiye’de bir çok ortamda bunlara izin verilmemiş oluyor. Türkiye bu sözleri duymasın isteniyor. Çeşitli sansürler söz konusu oluyor. Bizim daha önce çalıştığımız kanallarda yayınlar kesildi, uydular gitti, görüntü gelirken ses gelmedi veya tam tersi oldu. Ve çalıştığımız kanallardan
ayrılmak zorunda kaldık. Şimdi en son bir ART (Avrasya Radyo Televizyon) var. Ondan sonra başka ne olur bilmiyoruz. Hükümete karşı gibi gözüken Aydın Doğan medyası bile bizim sesimize tahammül edemeyen bir medya. Onun için onların ne kadar samimi olduğunu da bilemiyoruz. Daha doğrusu biliyoruz da, bir de bunu söylemeyelim diyoruz, herkesin bildiği bir şey. Ben emekli olmuş bir insanım. Yıllar önce sigorta emeklisi oldum. Onunla geçinebiliriz biz. Ben emekli bir gazeteci olarak kitaplarımı yazabilirim,
onlarla uğraşabilirim. Popüler Bilim diye bir dergi çıkarıyorum 16 yıldır. Onunla uğraşabilirim. Yapacak çok işim var aslında Cevizkabuğu’nun dışında da. Ama hepsinden de elimi çekip bir köşede Bodrum’da, Antalya’da deniz kenarında emeklilik yaşamımı sürdürebilirim. Peki niye mücadele ediyorum? Bu bir inanç ve ilke sorunu. İnsanın içinde, genlerinde olduğu zaman kimse bunu durduramıyor. Goethe’nin bir sözü var “Zamanı gelmiş bir düşünce kadar kuvvetli bir silah yoktur!” diyor. Bizim de düşüncelerimiz sınır tanımıyor, yani yasalara uygun, demokrasi için dile getirdiğimiz düşüncelerimiz yerini bulması gerekir diye düşünüyorum. O yüzden çabalıyoruz. Cevizkabuğu olmasa da ben şahsım adına bir şey kaybetmem. Ama bizim yaptığımız bir bilinçlendirme görevi. Karanlığa küfretmek yerine bir mum daha yakma işi bizimkisi. Umarım bu ışıklar giderek artar. Türkiye’nin giderek karanlığa gömüldüğü bir ortamda tek tek de olsa bu ışıklar artar diye umuyorum. Size de Viyana’da başarılar diliyorum.

S.A.: Atatürk’ü bir kelimeyle, veya bir cümleyle kısaca özetlemeniz gerekirse, bu nasıl olurdu? Size Atatürk ne ifade ediyor?
H.C.: Çok şey ifade ediyor. Bir cümleyle ifade ederim, o zaman diger cümleler niye söylenmedi diye eleştirilebilir. Atatürk olağanüstü bir Türk! Zaten “Benim en büyük vasfım Türk olarak doğmaktır!” diye bir sözü var. Olağanüstü bir Türk derken dehasını kastediyorum. Atatürk’ü okudukça, anladıkça, yaşımız ve bilgimiz arttıkça tekrar tekrar okuyunca Atatürk’ü, gerçekten yaptıklarının olağanüstü olduğunu görüyoruz. Sade sıradan bir vatandaşın, bir insanın, bir askerin, bir devlet adamının yapacağı işler değil. Olağanüstü öngörüleri hep gerçek olmuş. Önlemlerini almış. Bunlar da biraz bilgiyle olacak şeyler değil. Yani Allah onu öyle yaratmış. Olağanüstü öngörüsü, dehasıyla tehlikeleri görmüş ve kurduğu Cumhuriyet’te de bunları uygulamaya çalışmış. Bütün güçlüklere karşın kendi kurduğu mecliste bile kendisinin milletvekili olmaması için yasa çıkarmış. Yaşadığı dönemde de en yakınlarından ihanete uğramış bir insan. Bütün bunlara rağmen yılmamış, hakkında idam kararları verilmiş, suikastler olmuş, toplum zamanında yeterince anlayamamış onları. Bugün bile anlamasın diye çalışılıyor. Para yok, silah yok, hiç bir olanak yokken Atatürk imkansız olanı başarmış. O yüzden baştaki cümlemi tekrar edeyim, Atatürk olağanüstü bir Türk!